GÖKÇEKÖY
Gökçeada’yı bilirsiniz. Türkiye’nin en büyük adasıdır. Ege Denizi’nin kuzeyinde 91 km kıyı şeridine sahiptir. Son yıllarda Sakin şehir (Cittaslow) olarak seçilmiştir. Dünyanın suları bakımından en bol 4. adasıdır. Tuz gölü dahi bulunmaktadır. Yani “Gökçe” bir adadır. İmroz olmaktan Gökçeada’ya dönüşmesinde zorlu hikayeleri vardır. Biri, adaya iskan köylerinin kurulmasıdır.1974’de sık sık sel baskınları olan Trabzon’un Çaykara ilçesine bağlı Şahinkaya köyünden 61 aile 1400 km uzaklıktaki adanın en büyük Rum köyü olan Dereköy’e yerleştirildi. Rivayet odur ki, Şalpazarı’nın yüksek, geçim kaynakları kısıtlı, heyelanı bol, ulaşımı zor köyünden temsili bir heyet de bu adaya keşif için gönderilmiş. Kaçar gibi derhal geri gelmişler. Köylülerine, adayı:
“Yeşili sarı, toprağı beyaz, insanı serbest dolaşan mahkum , Rum, ezanı çan, denizun ortasinda, ya çıka, ya bata bi taka…”şeklinde tarif etmişler ve göç etmeyi kabul etmemişler. Fakat 1800 ‘lü yıllardan beri Gökçeköy olarak bilinen köylerinin adının ilk iki hecesini adaya armağan etmişler ve antik çağlardan beri İmroz olan adanın adı Gökçeada olmuş.
Karadeniz dağlarında, yaylaların yamacında, ada olmasa da “Gökçe”olan bu köye her gittiğimde temsili heyetin, adayı tanımlayan sözleri aklıma gelir. Yüzümde beliren tebessümün yanında içimde onlar adına pişmanlık olur. Sıfır rakımda bereketli topraklarda yaşamak varken rakımı 1600 metre ,arazisinin eğimi 45 dereceden fazla, hayatın çetin olduğu bu yerin tercih edilmiş olmasını, bir tepede oturup, serin rüzgarını hissederken, önümde deniz gibi duran bulutlarını izlerken ve insanlarının hoş sohbetlerini dinlerken çok iyi anlayabiliyorum aslında. İnsan ve toprak bu kadar yakışır birbirine… Varsın orası Gökçeada olsun. Ama burası her daim Gökçeköy olarak kalsın.
Dr. Hatice KANDEMİR BABUTCU
Şalpazarı/2020